Neden
hüzün bu kadar tatlı acıtıyor içimizde ki sızlayan bir yeri .Ruhumuz
geçmişin o unutulmayan anlarından kaçtıkça ; böyle mi yürek yangısına
dönüşüyor hislerimizin gölgesi. Gözyaşlarıyla ıslamak kirpiklerimizin
kaderi mi ki her hatırladığımız da ortak acıların bazı anları boğazımız
da düğümlenen bir şeylere dönüşüyor.
Sonraları hep aldırış etmezcesine
uzaklaşılan anı mutsuzluğunun zamanla yarışı
oluyor. Çiçekler büyür oysa ,yapraklar sonra sararır. Ömür bir yaprak
misali sararıp bitecekken ,üç günlük dünya derdine koşturup kalp
kırıp, incitip , dertle sarmalanmış ruhlarımızla kalıyoruz.
Yalnızlaşıyoruz ,yalnızlaştırıyoruz, seviyoruz küfrediyoruz, eziyoruz,
ezilirken saygı görmek için didiniyoruz. Boşluk öylesine büyüyor ki
içimiz de ne yönümüzü ne dengemizi bulamıyoruz. Sonra ince bardakta ki
demli çayın buğusundan dalıyoruz anıların gölgesine.Sonra
yalnızlaştırıyor hayat ve sonrası hep aynı.Kırılmış kalpler ,boşluğa
düşen beklentiler, gelmesini hayal ettiğimiz geçmiş ,ölmüş yakınlarımız.
Hüzün müptelası oldukça kırılganlaşan yüreğimizi hergün toparlamak
adına mücadeleler ,yeni kararlar. Yastığa koyduğun da başını
alamadığın uykuları getirmeyen derin hesaplaşmalar.Gün içini iğdiş edip
yeniden yeniden kendimizi aklıyoruz beynimiz de . Sabah yorgun gözler
şekilsiz ve asık bir surat ve '' hala yaşıyorum ölemiyorum '' diyen
iç sesimizle tam teşekküllü bir kavga .Oysa çocukluk düşlerimizde ki
Kaf dağını bulmaya ramak kalmıştı anılar da olmasa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder