Bahçesi olan tüm ev sahiplerinin hayalidir rengarenk çiçeklerle bahçesini süslemek . Yaşadığımız coğrafyada ise sahip olunabilecek en güzel çiçeklerden biride güller. Kasım ayının son haftaları gülleri çeliklemek için en uygun zamanlardan biri .En azından ben bahçemizde ki gülleri çoğaltmak için bu günleri tercih ediyorum .
Yeni bir gül elde etmenin tohumdan çoğaltmak dışında çok daha kolay yöntemleri var . Bunlardan birkaçını hemen size aktarayım;
- Gül çelikleri kum yastıklarına yatırılarak dört mevsimde çoğaltılabilir .
-Gül çelikleri direkt olarak toprağa dikilir .
-Köklendirme hormonuyla muamele edilerek toprağa köksüz olarak dikilir.
-Suda bekletlen çelikler köklenince toprağa göçürülür .
Ben kendi kullandığım ve bana göre en kolay gül çelikleme yönteminden bahsetmek istiyorum .
Gül çelikleri sağlam gül dallarının yaşlı olmayan dallarından seçilir .Bunun için tercihen birönceki yılın sürgün dallarını kullanabilirsiniz. Kestiğiniz çelikler üzerinde en az üç göz olacak şekilde kesilir ,budanır . Buradaki üç göz kavramı en az ölçüttür daha fazla gözle de aynı sonuca ulaşabilirsiniz.
Gül çeliklerini patatesler üzerine saplayarak toprağa dikerseniz .Gül çeliğinin su ve nemli ortam ihtiyacını toprakta patates karşılayacağı için kökelendiği sürece kadar patates daimi olarak kökü sulu tutacaktır. Patatesin çürüme döneminde çeliğimiz köklendiği için de gül fidanına dönüşecek ve baharda sapasağlam bir şekilde gül vermeye başlayacaktır.
Bu durumu sadece güller için düşünmeyin benzer olan tüm formdaki
bitkiler de işe yarar . Kamelyalar,açelyalar ,orman gülleri,şakayıklar vesair deneme yapabilirsiniz.
Patateslere en üstteki fotoğrafta gördüğünüz şekilde sapladığınız
çelikleri saksıya ya da isterseniz direkt olarak bahçeye dikerek
büyümelerini sağlarsınız .
Güllerle ilgili farklı birkaç bilgide yoğun renkli çiçekler açmaları için yapılan alışıla gelmiş uygulamaların dışında uygulamalar olduğu . Örneğin güllerin zeytinyağı sevdiğini biliyormuydunuz ?
Uzun süre çiçek açmayan gül dalları (ağaç demeyi seviyorum aslın da) için dalların kök kısımlarına doğru yağ verme yapılır. Keza ilkbahar ve sonbahar iyi cins güllerde sürgün verme ve yapraklanma zamandır .Bitkiler bu dönemde yenilenirler. Köklerine doğru bitkiye bir bardak su bardağı ölçütünde verilen zeytinyağı onların kısabirsürede canlanmasını ve yeniden gül açmalarını sağlar.
Konu güller olunca aslında o kadar çoks öyleyecek söz var ki . En eski gül açtırma yöntemlerinden biri de hayvan iç yağlarının ya da diğer bir deyişle özellikle büyükbaş karın yağlarının (işkembe civarında zar şeklinde çıkan yağlardan bahsediyorum) gül fidelerinin dibine gömülmesiyle yapılan yöntemdir. Fide dibinde gömülüolan yağlar toprağa karıştıkça bitkide büyük yapraklı ve katmeri bol yoğun kokulu çiçekler açma eğilimi başlar. Bunlar en eski bildiğim gül açtırma yöntemi .
Birde bahçivan yöntemidenen bir usul var .Hemen ondan da size bahsedeyim . Güller çiçeklenipbirsüre sonra yapraklarını döktüğünde .Bitki sapının üzerinde bir kapsul görünümü andıran yapı ortaya çıkar .Bugüllerin tohumbankasıdır .(Buraya bir gülen surat koyduğumu farzedin). Eğer bu tohum keseciklerini gülün üzerinden ayıklamazsanız gül tohum geliştirmeye yani yaşamsal anlamda üremeisteğini yerine getirmeye çalışmaktan yeni güller açmayacak dolayısyla ,dolayısıyle bitkiniz yeşil bir çalı olacaktır .Bu tohum kapsüllerini uygun bir şekilde güllerden uzaklaştırdığımız sürece bitkimiz güzel çiçekler açacaktır.Şimdikendi bahçemin güllerinden birkça resim atayım.
Hayatın kendisidir tüm romanlar da anlatılan. Ve bütün şarkılar bir parçayı anlatır melodik olarak. Şiirler zerreden bir miskali yaşatır .Kısaca dedikleri sözlerden uzun cümleler çıkar. Ümit Dünyası sizlere gururla sunar...
30 Kasım 2015 Pazartesi
14 Kasım 2015 Cumartesi
RUHUMUZ DA SONBAHAR
Hayat son bahar gibi yapraklarınızı dökmeye başlamış olabilir .İnsanlar ,sanki sizi umursamaz gibi yüzünüze bakmıyor gibi de gelebilir...Yada sabah kahvaltınızı hazırlayacak birileri de yoktur belki,yalnızsınızdır ..Zor olan bunları bilmek değil kabullenip, yaşamaktır belki de...
Gece başınız yastığa gözyaşlarıyla birlikte iniyor ve kendinizi her zaman olduğundan daha beter hallerde hissediyorsanız...Mutluluk kelimesini duyduğunuzda bile yüreğinizde derin ve tarif edilemeyecek acılar oluyorsa..En kalabalık mekanlar da ;kendinizi kimsesiz,üşüyen ve acınacak hallerde görüyorsanız...İnsanların söyledikleri size anahtar kelime gibi geliyor ve bir çok sözde gözleriniz buğu buğu oluyorsa...Geçmişi düşününce yüzünüz ağlamaklı şekillere giriyorsa
...
Hatıralardan değil onların ayak seslerinden bile kaçınmaya çalışıyorsanız...Aniden kendinizi ortada ,bilmediğiniz kalabalıklarda savunmasız kalmış hissediyorsanız...Dünya çok güzel sözü size hiç bir anlam ifade etmiyorsa ...''Korkularımla yüzleşmenin vakti geldi '' dediğiniz halde geleceğe dair yoğun kaygı,endişe taşıyorsanız sorun yalnızca sizde...
İnsanlar, gemiler ve uçaklar birbirine çok benzerler..Her birinin ilerlemesi için rotaya ihtiyacı vardır..Eğer , rotanız yoksa ilerleyemezsiniz. Ve bir zaman sonra hayat kötü sürprizler hazırlayan zalim efendiye dönüşür .Yaşamanın ızdırab olduğu bu ve benzeri zamanlardır...
Yaşamınız da kendiniz için bir hedef belirleyin .Hedefleriniz hayata daha büyük kuvvetle tutunabilmek için gerekli olan donelerdir..Kısa vade de ve uzun vade de sahip olduklarınız için bir referans, sahip olmak isteyecekleriniz içinse bir teminat olacaktır rotanız..
Unutmayın uçakların rotası olmadan asla havada uçmazlar .Gemilerde rotasız kalırsa açık denizde kaybolurlar..İnsanlar da rotasız kaldığın da uçaklar ve gemilerden farksız olur. Yaşamak bir işkenceye dönüşür kendi ekseninizde döner durursunuz..
Eğer bu sıkıntılarınız sizin için daha fazla şekilde devam ederse bir danışmana başvurmanız menfaatinize olur...Psikolog ve psikiyatr arkadaşların misyonu da budur ki ;öncelikli önerim bir problem çözümsüz geliyorsa,kendi düşünme yetilerinizle çözüm bulamıyor ya da bulduğunuzçözümleri ulaşılmaz ,gerçekleştrilmez hissediyorsanız onlara başvurmanız yönündedir...
Sağlıklı günler...
Etiketler:
Ağlamak,
çözüm bulamıyorum,
depresyon,
insanlar beni neden umursamıyor,
kötü hissediyorum,
nasıl mutlu olunur,
neden olumsuz düşünüyorum,
nevroz,
obsesyon,
psikiyatri,
ümit öncü,
yalnızlık
17 Ekim 2015 Cumartesi
Hayatımız Paradoks
Kaşların karasına bile türküler yazılmış, oysa kaderin karasına hiç türkü yazmamış şairler. Umudun eksikliğinden midir bilinmez, hayaller bile kurulmamış. Ne acıdır oysa hayat gülümsemeyi bilmeyene, güneşi gördüğü için şükredemeyene...Denizler kadar paran,pulun olsa ne yazar ; dünya üç günlük ve üç kuruşluk. Kimse Azrail ile anlaşma da yapamamış.Düşünürsen hepsi boş, düşünemezsen işte sorun orada. Düşünememek ...Sıkıntımız bu olsa gerek. Saçımıza , giydiklerimize , herşeye gösterdiğimiz özeni ne ruhumuza ne beynimize gösteremiyoruz.
Asgari ücrete ve pahalı zevklere sahip Müslümanlığımızı en iyi sarhoşken pişmanlıkla hatırlayan insanlar biziz . Hep imrenme ile geçen ,cv doldurduğumuz da beş para etmeyen özgeçmişlere sahibiz. Bir şeyler yanlış biliyoruz fakat düzeltemiyoruz. Bir atom bombası düşmeli diyoruz .Ama bizden uzağa sevdiklerimizden uzağa olmalı .Ne kadar benciliz ! Bunun da ölçütünü ve sınırımızı bilemiyoruz. Saygı göstermeden saygı görmeye çalışıyoruz. Sevgisizken sevilmek için çırpınmak gibi paradoks yaşatan denklemlerimiz var bilinç altımızda...
Olmak istediğimiz kişilikle olduğumuz kişilik ve bizde gördükleri kişilik arasın da inanılmaz bir oransızlık var. Biz olmak istediğimiz kişiliği anlatıyoruz, onlar bizde görmek istedikleri kişiliği konuşuyor, biz de var olan kişilikse kırk kere kulp takıldığı halde yalama olmuş çaydanlık gibi oransız eğreti duruyor. Ne yapmalıyız bilmiyoruz.Kimimiz dindarlık kisvesiyle yaşıyor, kimimiz ateist, kimileri etten vazgeçmeden sütten kaçıyor, bazen hoşgörü denizin de boğuluyoruz, hoşuz ama görülmüyoruz, bazen sadece abazayız derdimiz uçkurumuz ve vajen sıcaklığı .Kimimiz Hristiyan ve misyoner kimimiz Müslüman ve yolsuz. Bazen dindarız bazen sömürücü, bazen toplumsal pezevengiz .Karımızı başkaları beğensin diye giydiriyoruz. Bazen tek derdimiz bekarlığımız ;yastık yerine sarılacak ince belli az kullanılmış namuslu kızı arıyoruz. Seksüel fantazmalarımız var çoğu zaman .
Tüm bu açlıklarımıza rağmen biz tokuz aç arıyoruz. Sonra şair alıyor eline kalemi ;yazıyor mavi gözlerin hülyasına ,yeşil gözlerin belasına . Akşamlar sabah oluyor ,sabahlar günü doğuruyor. Ve yeni bir gün yeni umutlarını kaybetmeye hazır ruhsuz insanlarla dolup taşıyor .
Asgari ücrete ve pahalı zevklere sahip Müslümanlığımızı en iyi sarhoşken pişmanlıkla hatırlayan insanlar biziz . Hep imrenme ile geçen ,cv doldurduğumuz da beş para etmeyen özgeçmişlere sahibiz. Bir şeyler yanlış biliyoruz fakat düzeltemiyoruz. Bir atom bombası düşmeli diyoruz .Ama bizden uzağa sevdiklerimizden uzağa olmalı .Ne kadar benciliz ! Bunun da ölçütünü ve sınırımızı bilemiyoruz. Saygı göstermeden saygı görmeye çalışıyoruz. Sevgisizken sevilmek için çırpınmak gibi paradoks yaşatan denklemlerimiz var bilinç altımızda...
Olmak istediğimiz kişilikle olduğumuz kişilik ve bizde gördükleri kişilik arasın da inanılmaz bir oransızlık var. Biz olmak istediğimiz kişiliği anlatıyoruz, onlar bizde görmek istedikleri kişiliği konuşuyor, biz de var olan kişilikse kırk kere kulp takıldığı halde yalama olmuş çaydanlık gibi oransız eğreti duruyor. Ne yapmalıyız bilmiyoruz.Kimimiz dindarlık kisvesiyle yaşıyor, kimimiz ateist, kimileri etten vazgeçmeden sütten kaçıyor, bazen hoşgörü denizin de boğuluyoruz, hoşuz ama görülmüyoruz, bazen sadece abazayız derdimiz uçkurumuz ve vajen sıcaklığı .Kimimiz Hristiyan ve misyoner kimimiz Müslüman ve yolsuz. Bazen dindarız bazen sömürücü, bazen toplumsal pezevengiz .Karımızı başkaları beğensin diye giydiriyoruz. Bazen tek derdimiz bekarlığımız ;yastık yerine sarılacak ince belli az kullanılmış namuslu kızı arıyoruz. Seksüel fantazmalarımız var çoğu zaman .
Tüm bu açlıklarımıza rağmen biz tokuz aç arıyoruz. Sonra şair alıyor eline kalemi ;yazıyor mavi gözlerin hülyasına ,yeşil gözlerin belasına . Akşamlar sabah oluyor ,sabahlar günü doğuruyor. Ve yeni bir gün yeni umutlarını kaybetmeye hazır ruhsuz insanlarla dolup taşıyor .
13 Ekim 2015 Salı
Biten bir günün ardından yaşananlardan geriye yüreğe ilmeklerle
tutturulmuş anılar kalır. Umudu tükenmiş bir gencin, o yirmi yıllık hayatına
sığdırdığı, ızdırabını gözlerinde kızaran taraflardan okuyabilirken
;her dağın kendi dumanı sarar enginlerini fikri zihnimi karıştırıyor.Düşünemeyecek kadar yorgun olduğum bir zihin karmaşasın da bile bu denli derin hislenimleri yakalayan tarafım şaşırtıyor , kendime şaşırıyorum.
Ne zamandan beridir insanlara bu kadar acımasız yaklaşımlar kurar olduk. Ya da ne zamandır bu kadar yüreği çırpınan insanı görmezden gelecek kadar kör olduk bilmiyorum. Çok gülümseyen yanımı ,derinlerine inmeden hüzün yaşayan bir insanın yanın da takinamayacak kadar vicdanın acıtan silsilesini ensemde hissettim. Ağaçların bile yapraklarından vazgeçtiğini görürken çaresiz tarafıma sus diye emrettim. Aklımın için de o gence veryansın eden bir taraf kızgın ,yılgın ve öfkeli.Yüreğimle bağırıyorum ona ...
''Sus çünkü içim acıyor '' çünkü senin yaşantından anlattığın cümleler de ben kendi acılarımı görüyor içsel bir matem havasında hüznün yakiciligini soluyorum. Konuşuyor, anlatıyor ama aslında sadece acısından yanan zihnimi soğutmaya çalışıyorum .Içilen çaylar soğuk ya da sıcak fark eder mi ?
Yüreğim de yanan bir taraf '' baban hasta, yaşamak sana haram '' diyor. Hala konuşuyor karşımda ki çocuk ben boğuluyorum med cezir edasında batan anılarım da. Ağlamaya hazır yanım göz pinarlarima kadar gelmiş , zor zaptediyorum. Ne olur sus senin acılanmış anilarin benliğimi yakıyor, beni zayıf tarafımdan vuruyor. Ağladığım senin anıların değil çocuk benim anılarım ,benim varlığım, benim kaybedişlerim,ezilişlerim,dönüşlerim ve yıkımlarım...
Gece karanlığı çökerken her gün yürümekle bitmeyecek yolların düşünerek geçtiğini fark ediyorum. Insanları sevebilmek kapasitemin artık yeni yeni heyecanlarla sağlanamadığını kendime telkin ediyorum. Nasıl bir halde dünyami hayal ediyorsam tersini görüyor olmamın mutsuz eden yanından kaçıyorum.Sevdiklerim ve sevmediklerimle şekillendirmeye takatimin olmadığı bir gelecekten kaçmaya cabalamalarim...Yoruyor beni değer verdiklerim ve hak etmediğini hissettiklerim. Şiirler yazıyorum boş yollar da ay ışığını ensemde hissederken . Şiirlerim okunmuyor ,dizeler tutmuyor..Ne yazık zaman geçiyor ve sadece eksik kalislarin,güzel hayalleri birlikte yaşamak istediklerinin yanında olamayacakları yahut ömürlerinin yetmeyeceği fikrinin önlenemez hissiyatını çaresizce anlıyorum.
Üzgünüm, ben sanırım bu günleri yaşamıyorum. Varlığımı ayaklarına paspas edercesine serdiklerim kıymet bilmiyor . Ezilmişlik hislerinde yanıp kavrulanlar egosuz benliğime çelmeler takıyor .Gözlerimi kapatıp kollarımı açıyorum düşlerime ...Birgün batımı düşlüyorum nefes alınabilecek yıldızları görülebilen, ciğerlerimi doyasıya doldurup, özgürce mutluluktan aglayabilecegim.
Ne zamandan beridir insanlara bu kadar acımasız yaklaşımlar kurar olduk. Ya da ne zamandır bu kadar yüreği çırpınan insanı görmezden gelecek kadar kör olduk bilmiyorum. Çok gülümseyen yanımı ,derinlerine inmeden hüzün yaşayan bir insanın yanın da takinamayacak kadar vicdanın acıtan silsilesini ensemde hissettim. Ağaçların bile yapraklarından vazgeçtiğini görürken çaresiz tarafıma sus diye emrettim. Aklımın için de o gence veryansın eden bir taraf kızgın ,yılgın ve öfkeli.Yüreğimle bağırıyorum ona ...
''Sus çünkü içim acıyor '' çünkü senin yaşantından anlattığın cümleler de ben kendi acılarımı görüyor içsel bir matem havasında hüznün yakiciligini soluyorum. Konuşuyor, anlatıyor ama aslında sadece acısından yanan zihnimi soğutmaya çalışıyorum .Içilen çaylar soğuk ya da sıcak fark eder mi ?
Yüreğim de yanan bir taraf '' baban hasta, yaşamak sana haram '' diyor. Hala konuşuyor karşımda ki çocuk ben boğuluyorum med cezir edasında batan anılarım da. Ağlamaya hazır yanım göz pinarlarima kadar gelmiş , zor zaptediyorum. Ne olur sus senin acılanmış anilarin benliğimi yakıyor, beni zayıf tarafımdan vuruyor. Ağladığım senin anıların değil çocuk benim anılarım ,benim varlığım, benim kaybedişlerim,ezilişlerim,dönüşlerim ve yıkımlarım...
Gece karanlığı çökerken her gün yürümekle bitmeyecek yolların düşünerek geçtiğini fark ediyorum. Insanları sevebilmek kapasitemin artık yeni yeni heyecanlarla sağlanamadığını kendime telkin ediyorum. Nasıl bir halde dünyami hayal ediyorsam tersini görüyor olmamın mutsuz eden yanından kaçıyorum.Sevdiklerim ve sevmediklerimle şekillendirmeye takatimin olmadığı bir gelecekten kaçmaya cabalamalarim...Yoruyor beni değer verdiklerim ve hak etmediğini hissettiklerim. Şiirler yazıyorum boş yollar da ay ışığını ensemde hissederken . Şiirlerim okunmuyor ,dizeler tutmuyor..Ne yazık zaman geçiyor ve sadece eksik kalislarin,güzel hayalleri birlikte yaşamak istediklerinin yanında olamayacakları yahut ömürlerinin yetmeyeceği fikrinin önlenemez hissiyatını çaresizce anlıyorum.
Üzgünüm, ben sanırım bu günleri yaşamıyorum. Varlığımı ayaklarına paspas edercesine serdiklerim kıymet bilmiyor . Ezilmişlik hislerinde yanıp kavrulanlar egosuz benliğime çelmeler takıyor .Gözlerimi kapatıp kollarımı açıyorum düşlerime ...Birgün batımı düşlüyorum nefes alınabilecek yıldızları görülebilen, ciğerlerimi doyasıya doldurup, özgürce mutluluktan aglayabilecegim.
12 Mayıs 2015 Salı
Mevlana Oğluna Der Ki ;
Sonsuz güzel öğütler alabileceğimiz tasavvuf ve edebin öğreticisi Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin her sözü kendi başına sosyolojik tespit , psikolojik olumlama, kişisel gelişim de doktrin niteliği taşıyan birer rehberdir.zaman zaman hikayeleriyle ve Mesnevi gibi büyük bir kültür hazinesiyle yararlandığımız bu önemli zatın oğlu Bahaeddin'e tavsiyeleri bugün bile uygulandıkça insanlığı arttıracak olumlamalar taşır ...
MEVLANA OĞLUNA DER Kİ:
“Bahaeddin!
Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol!
İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun..
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar,
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir..
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”
Mevlana oğluna der ki:
Bahaeddin!
Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen,
Kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.
MEVLANA OĞLUNA DER Kİ:
“Bahaeddin!
Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol!
İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun..
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar,
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir..
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”
Mevlana oğluna der ki:
Bahaeddin!
Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen,
Kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)