ümit öncü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ümit öncü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2015 Cumartesi

HANGİ KORKU HANGİ DAVRANIŞA SEBEP OLUR?

           Davranış psikolojisin de insanların her olumsuz yaklaşımın altında başka bir sorunlu duygu yatar . Hangi korku hangi tavrı yaratır biliyormuyuz ? İşte  sizler için davranışlara  yönelik yazı hazırladık .

-Güçsüzlük korkusuna sahip insanlar DİKBAŞLILIK tavrı ile dikkat çekerler .

-Yetersizlik korkusu (Cinsel olarak) sahip bireyler eş,sevgili ilişkisinde ileri derece KISKANÇLIK tavırlarıyla dikkat çekerler.

-Değersizlik korkusuna sahip bireyler KİBİR ile korkularını kamufle ederler.

-Kabul Görmeme Korkusuna sahip bireyler içinse MÜKEMMELİYETÇİLİK yaklaşımı kendilerinden korkularından kaçmanın en iyi yolu olarak karşımıza çıkar.

-Suçlanma Korkusuna sahip insanlar YALANCILIK tavırlarıyla dikkat çekerler.

-Yokluk Korkusu derin ve kötü bir duygudur ki kişide dışa dönüklükte gösterge tavrı CİMRİLİK olarak yansır.

-Aşağılanma Korkusuna sahip bireyler de yine KİBİR tavrıyla toplum da kendilerini gösterirler.

-Yalnız kalma korkusuna sahip bireyler ise AŞIRI SOSYALLİK tavrıyla toplumda kendilerini gösterir.

         Şimdi çevremizde ki insanların davranışlarına  belki biraz daha empati ile yaklaşabiliriz.



14 Kasım 2015 Cumartesi

RUHUMUZ DA SONBAHAR



Hayat son bahar gibi yapraklarınızı dökmeye başlamış olabilir .İnsanlar ,sanki sizi umursamaz gibi yüzünüze bakmıyor gibi de gelebilir...Yada sabah kahvaltınızı hazırlayacak birileri de yoktur belki,yalnızsınızdır ..Zor olan bunları bilmek değil kabullenip, yaşamaktır belki de...

Gece başınız yastığa gözyaşlarıyla birlikte iniyor ve kendinizi her zaman olduğundan daha beter hallerde hissediyorsanız...Mutluluk kelimesini duyduğunuzda bile yüreğinizde derin ve tarif edilemeyecek acılar oluyorsa..En kalabalık mekanlar da ;kendinizi kimsesiz,üşüyen ve acınacak hallerde görüyorsanız...İnsanların söyledikleri size anahtar kelime gibi geliyor ve bir çok sözde gözleriniz buğu buğu oluyorsa...Geçmişi düşününce yüzünüz ağlamaklı şekillere giriyorsa
...
Hatıralardan değil onların ayak seslerinden bile kaçınmaya çalışıyorsanız...Aniden kendinizi ortada ,bilmediğiniz kalabalıklarda savunmasız kalmış hissediyorsanız...Dünya çok güzel sözü size hiç bir anlam ifade etmiyorsa ...''Korkularımla yüzleşmenin vakti geldi '' dediğiniz halde geleceğe dair yoğun kaygı,endişe taşıyorsanız sorun yalnızca sizde...


İnsanlar, gemiler ve uçaklar birbirine çok benzerler..Her birinin ilerlemesi için rotaya ihtiyacı vardır..Eğer , rotanız yoksa ilerleyemezsiniz. Ve bir zaman sonra hayat kötü sürprizler hazırlayan zalim efendiye dönüşür .Yaşamanın ızdırab olduğu bu ve benzeri zamanlardır...
Yaşamınız da kendiniz için bir hedef belirleyin .Hedefleriniz hayata daha büyük kuvvetle tutunabilmek için gerekli olan donelerdir..Kısa vade de ve uzun vade de sahip olduklarınız için bir referans, sahip olmak isteyecekleriniz içinse bir teminat olacaktır rotanız..

Unutmayın uçakların rotası olmadan asla havada uçmazlar .Gemilerde rotasız kalırsa açık denizde kaybolurlar..İnsanlar da rotasız kaldığın da uçaklar ve gemilerden farksız olur. Yaşamak bir işkenceye dönüşür kendi ekseninizde döner durursunuz..

Eğer bu sıkıntılarınız sizin için daha fazla şekilde devam ederse bir danışmana başvurmanız menfaatinize olur...Psikolog ve psikiyatr arkadaşların misyonu da budur ki ;öncelikli önerim bir problem çözümsüz geliyorsa,kendi düşünme yetilerinizle çözüm bulamıyor ya da bulduğunuzçözümleri ulaşılmaz ,gerçekleştrilmez hissediyorsanız onlara başvurmanız yönündedir...
Sağlıklı günler...

17 Ekim 2015 Cumartesi

Hayatımız Paradoks

    Kaşların karasına bile türküler yazılmış, oysa kaderin karasına hiç türkü yazmamış şairler. Umudun eksikliğinden midir bilinmez, hayaller bile kurulmamış. Ne acıdır oysa hayat gülümsemeyi bilmeyene, güneşi gördüğü için şükredemeyene...Denizler kadar paran,pulun olsa ne yazar ; dünya üç günlük ve üç kuruşluk. Kimse Azrail ile anlaşma da yapamamış.Düşünürsen hepsi boş, düşünemezsen işte sorun orada. Düşünememek ...Sıkıntımız bu olsa gerek. Saçımıza , giydiklerimize , herşeye gösterdiğimiz özeni ne ruhumuza ne beynimize gösteremiyoruz.

       Asgari ücrete ve pahalı zevklere sahip Müslümanlığımızı en iyi sarhoşken pişmanlıkla hatırlayan insanlar biziz . Hep imrenme ile geçen ,cv doldurduğumuz da beş para etmeyen özgeçmişlere sahibiz. Bir şeyler yanlış biliyoruz fakat düzeltemiyoruz. Bir atom bombası düşmeli diyoruz .Ama bizden uzağa sevdiklerimizden uzağa olmalı .Ne kadar benciliz ! Bunun da ölçütünü ve sınırımızı bilemiyoruz. Saygı göstermeden saygı görmeye çalışıyoruz. Sevgisizken sevilmek için çırpınmak gibi paradoks yaşatan denklemlerimiz var bilinç altımızda...
    Olmak istediğimiz kişilikle olduğumuz kişilik ve bizde gördükleri kişilik arasın da inanılmaz bir oransızlık var. Biz olmak istediğimiz kişiliği anlatıyoruz, onlar bizde görmek istedikleri kişiliği konuşuyor, biz de var olan kişilikse kırk kere kulp takıldığı halde yalama olmuş çaydanlık  gibi oransız eğreti duruyor. Ne yapmalıyız bilmiyoruz.Kimimiz dindarlık kisvesiyle yaşıyor, kimimiz ateist, kimileri etten vazgeçmeden sütten kaçıyor, bazen hoşgörü denizin de boğuluyoruz, hoşuz ama görülmüyoruz, bazen sadece abazayız derdimiz uçkurumuz ve vajen sıcaklığı .Kimimiz Hristiyan ve misyoner kimimiz Müslüman ve yolsuz. Bazen dindarız bazen sömürücü, bazen toplumsal pezevengiz .Karımızı başkaları beğensin diye giydiriyoruz. Bazen tek derdimiz bekarlığımız ;yastık yerine sarılacak ince belli az kullanılmış namuslu kızı arıyoruz. Seksüel fantazmalarımız var çoğu zaman .   
      Tüm bu açlıklarımıza rağmen biz tokuz aç arıyoruz. Sonra şair alıyor eline kalemi ;yazıyor mavi gözlerin hülyasına ,yeşil gözlerin belasına . Akşamlar sabah oluyor ,sabahlar günü doğuruyor. Ve yeni bir gün yeni umutlarını kaybetmeye hazır ruhsuz insanlarla dolup taşıyor .

13 Ekim 2015 Salı

     Biten bir günün ardından yaşananlardan geriye yüreğe ilmeklerle tutturulmuş anılar kalır. Umudu tükenmiş bir gencin,  o yirmi yıllık hayatına sığdırdığı, ızdırabını gözlerinde kızaran taraflardan okuyabilirken ;her dağın kendi dumanı sarar enginlerini fikri zihnimi karıştırıyor.Düşünemeyecek kadar yorgun olduğum bir zihin karmaşasın da bile bu denli derin hislenimleri yakalayan tarafım şaşırtıyor , kendime şaşırıyorum.

            Ne zamandan beridir insanlara  bu kadar acımasız yaklaşımlar kurar olduk. Ya da ne zamandır bu kadar yüreği çırpınan insanı görmezden gelecek kadar kör olduk bilmiyorum. Çok gülümseyen yanımı  ,derinlerine inmeden  hüzün yaşayan bir insanın yanın da takinamayacak kadar vicdanın acıtan silsilesini ensemde hissettim. Ağaçların bile yapraklarından vazgeçtiğini görürken çaresiz  tarafıma  sus diye emrettim. Aklımın için de o gence veryansın eden bir taraf kızgın ,yılgın ve  öfkeli.Yüreğimle bağırıyorum ona ...
      ''Sus çünkü içim acıyor '' çünkü senin yaşantından anlattığın cümleler de ben kendi acılarımı görüyor içsel bir matem havasında hüznün yakiciligini soluyorum. Konuşuyor, anlatıyor ama aslında sadece acısından yanan zihnimi soğutmaya çalışıyorum .Içilen çaylar soğuk ya da sıcak fark eder mi ? 
     Yüreğim de yanan bir taraf '' baban hasta, yaşamak sana haram '' diyor. Hala konuşuyor karşımda ki çocuk ben boğuluyorum med cezir edasında batan anılarım da. Ağlamaya hazır yanım göz pinarlarima kadar gelmiş , zor zaptediyorum. Ne olur sus senin acılanmış anilarin benliğimi yakıyor, beni zayıf tarafımdan vuruyor. Ağladığım senin anıların değil çocuk  benim anılarım ,benim varlığım, benim kaybedişlerim,ezilişlerim,dönüşlerim ve yıkımlarım...

            Gece karanlığı çökerken her gün yürümekle bitmeyecek yolların düşünerek geçtiğini fark ediyorum. Insanları sevebilmek kapasitemin artık yeni yeni heyecanlarla sağlanamadığını kendime telkin  ediyorum. Nasıl bir halde dünyami hayal ediyorsam tersini görüyor olmamın mutsuz eden yanından kaçıyorum.Sevdiklerim ve sevmediklerimle şekillendirmeye takatimin olmadığı  bir gelecekten kaçmaya cabalamalarim...Yoruyor beni değer verdiklerim ve hak etmediğini hissettiklerim. Şiirler yazıyorum boş yollar da ay ışığını ensemde hissederken . Şiirlerim okunmuyor ,dizeler tutmuyor..Ne yazık zaman geçiyor ve sadece eksik kalislarin,güzel hayalleri birlikte yaşamak istediklerinin yanında olamayacakları yahut ömürlerinin yetmeyeceği fikrinin önlenemez hissiyatını çaresizce anlıyorum.
     

        Üzgünüm, ben sanırım bu günleri yaşamıyorum. Varlığımı ayaklarına paspas edercesine serdiklerim kıymet bilmiyor . Ezilmişlik hislerinde yanıp kavrulanlar egosuz benliğime çelmeler takıyor .Gözlerimi kapatıp kollarımı     açıyorum düşlerime ...Birgün batımı düşlüyorum nefes alınabilecek yıldızları görülebilen, ciğerlerimi doyasıya doldurup, özgürce mutluluktan aglayabilecegim.

12 Mayıs 2015 Salı

Mevlana Oğluna Der Ki ;

     Sonsuz güzel öğütler alabileceğimiz tasavvuf  ve edebin öğreticisi Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin her sözü kendi başına  sosyolojik tespit , psikolojik olumlama,  kişisel gelişim de doktrin niteliği taşıyan birer rehberdir.zaman zaman hikayeleriyle ve Mesnevi gibi büyük bir kültür hazinesiyle yararlandığımız bu önemli zatın oğlu Bahaeddin'e tavsiyeleri bugün bile uygulandıkça insanlığı arttıracak  olumlamalar taşır ...

MEVLANA OĞLUNA DER Kİ:

“Bahaeddin!
Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol!
İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!

Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun..
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar,
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir..
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”

Mevlana oğluna der ki:

Bahaeddin!
Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen,
Kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.

14 Haziran 2014 Cumartesi

YALNIZCA SENİ SEVDİM



Sana söylemiştim, tüm türkülerimi yürüdüğüm yollarda..
Sana söylemiştim ,aşkımın en acıklı şarkılarını her gece.
Gidiyorum şimdi senden ,
Düşmüş omuzlarımda hüznümün yükü,
Harabeye dönmüş bir tersane gibi …


Yalnızlığımın martı çığlıkların da yankılanan aksini de alıp gidiyorum.
Ağlama  gözlerim ;
Sevmek de neymiş ?
Aşkıyla ölmekte  neymiş?
Unut yüreğim, içini kanatan herşeyi...
Bir zalimin yüreğin de kalmak da neymiş
Söyleme yüreğim…
Ağladım,söz verdiğim halde susmadan ağladım.
Günümün her anında.
Aklımdan çıkaramadığım için çıldırdığım her an da.
Sahipsiz kaldı kalbim.
Dua ettim ve yine sensizliği diledim…
Söylemedim söz verdim ,
Acıttı mı hissetmedim dedim.
Asırlık bir çınar gibi dik durmaya çalıştım
Lakin yıkıldım sanırım…
Evim, neş’em,sevincim ve fikrim.
Gurura esir olup sevmem dedim.
Seni unutmak isterken göze geldim …
 
Ey benim kanayan göz nurum ,
Nasıl zalim bakışlarla vurdun beni ciğerlerimden...
Nasıl yıktın kıymadan gençliğime..
Harab oldum ,
Sitemlerimin çarpan feryatlarında savruldum .
İncitmedim fikrini, sadece ; seni sevdim...(üMiT)

4 Nisan 2014 Cuma

SAHİPLİ HAYVANLAR BARINAKLARA ALINMASIN

             Sizler de benim gibi sosyal medyayı yakından takip eden ve hatta takiple kalmayıp , etkin bir biçim de kullanan bir bireyseniz kulağınız gözünüz sürekli açıktır.  Bu sabah yani 4 Nisan cuma günü arkadaşımın  ihbarıyla Hayvanseverler Ankara sosyal alanındna gördüğüm bir haberi paylaşmak istiyorum size.
              
          Olay Yaklaşık olarak Mart ayının 18 gibi gerçekleşiyor Kürşat Korkutmaz isimli hayvanseverin pittbull cinsi köpeği yedi emin vasıtasıyla elindne alınarak  Nevşehir Belediye  Barınağına yerleştiriliyor.Köpeğini düzenli olarak ziyaret eden Kürşat Korkutmaz 10 günün sonun da bakıyor ki can dostu kanlar için de ve öldürülmüş  Hemen jandarma , polis kolluk kuvetlerine haber veriliyor. Barınağa ait video kamera kayıtları alınıyor.Barınak veterineri köpeğin darp sonucu öldüğüne dair rapor veriyor. İşin en ilginç yanı hayvansever camianın da bildiği bir durum ; Nevşehir Barınağı kuş uçmaz kervan geçmez denen bir yerde ve gece bekçisi yok.Yani belli bir saatten sonra Barınağı yok etseniz sizi görecek kimse yok.Hayvansever camianın söylediği de şu  ki gündüz bile oradan elini kolunu sallayarak girip istediğini yapabilirsin diyorlar.Ne kadar hazin bir durum. Akşam mesai bitiminden sabah mesai başlangıcına kadar (17:00 -08:00 ) zavallı hayvanlar tamamen her türlü tehlikeye açık Allaha'a emanet bekliyorlar.
          Burada kızdığım konu birileri gece geliyor muhtemelen döğüştürmek için birkaç köpek alıp gidiyor ve bu köpeği öldürüyorlar.İddia bu! 
          Be kardeşim sen sahipli bir hayvanı yediemin olarak nasıl alıpta bir barınağa kapattırırsın.Üstelik böyle çaresiz bir barınak!
         İşte biz de hayvanseverler olarak arkadaşım Bahtsız Bedevi'nin istemi üzerine bir kampanya açtık . Change.org adresinde kampanyamız bu sahipli pitbull un öldürülmesiyle sonuçlanan olayda ki faillerin ve yedi emin başta olmak üzere soruna sebep olan her kimse  suçlularının bulunması için. Olayın görseline baktığınız da bu ızdırabı daha net anlayacaksınız.Lütfen bu tür durumlarda sessiz kalmayın .Hedefimiz yüzbin imza .İlk imzayı ben attım siz de bir imza atarak çok şeyi değiştirebilirsiniz. Blog anasayfasında ki Sahipli hayvanlar Barınaklara Alınmasın yazısına tıkladığınızda direkt olarak sizi imza kampayasının olduğu sayfaya çıkaracak.Haydi bir imza ile çok şey değişir ...

3 Nisan 2014 Perşembe

ViCDAN



          
Kör  bir  bıçağı saplasaydın kalbimin en hassas yerine , şah damarımı kesip koparsaydın ,gözlerim bir tek ah etseydi namerdim. Vursaydın en masum yanımdan  , şaşıran yüz ifadene gülerek ölseydim.Hayat öyle  ağır  geliyor ki bazen kaldıramadığımız  yüklerden kaçınmak en kolay seçeneğimiz oluyor.

Hayatın içerisin de  birilerinin şefkatine,sevgisine, yüreğine  güvenebilmek gerekiyor…Bazen güvence  sandığınız  insanlar sizin  sığınabildiğiniz  tek liman haline  dönüşüyor. Tüm  fırtınalardan  yüreğinizi  koruyacak ,sizi yağmurlardan  ,gözyaşı nemlerinden esirgeyecek  sanıyorsunuz  insanları .Umud  ediyorsunuz  ,umutlarınızı besliyor  büyütüyor ve  tüm planlarınızı;  geliştirdiğiniz umutlar  üzerine  inşa  ediyorsunuz. Planlarınızın odak noktasın da  sizden başka  birileri var oluyor ,ama onlar  bilmiyor. Tüm heyecanların  derin hüsrana  dönüştüğü zaman da ise  sadece   yüreğiniz acımıyor. Sahip olduğunuz  tüm hayaller kış ayazında  ıslanıp sokağa terkedilmiş  bir  köpek yavrusu gibi kuyruğunu  kıstırıp  titremeye başlıyor.  Umutsuzluğu  en derin yaşadığımız zamanlarda  yüreğimizin  hissettiği tek duygu bu. Aşamıyoruz  ,nasıl bu döngüyü değiştireceğimizi bilmiyoruz. Çok insan olmak mı önemli olan vicdansız olmak mı bu ikilemi yaşamadan  hayatın o sert basamaklarını çıkmaya  çalışıyoruz. Bilinen tek bir gerçek var çok zorlanıyoruz. Bunu iyi biliyoruz.

        Bazen sadece umutlarımızı yitirmeyiz.Tüm yaşadıklarımız içinde güvenle sırtımızı yasladığımız insanlar da kaybettiğimizi hissettiren en önemli faktördür .İşte bu durum da sorguladığımız ne dünya, ne öz varlığımızdır.Sorguladığımız sadece vicdanımızdır. Ve var olan vidanımızla kendi kendimize cellat etmekte ki hünerimizi ; her defasın da daha büyük maharetle gösteririz. Oysa vicdan gerektiği yerde kullanılmalıdır...

31 Mart 2014 Pazartesi

PASKALYA ÇİÇEĞİ- Rhipsalidopsis Gaertneri

                 Kocaman bir insan denizin de sözcüklerle konuşamayacak kadar kelimesiz kaldığımda , kaktüslerle sessiz iletişimim başlıyor. Verdiğim her bir zerre emeğin ruhuma yansıyacak enerji olduğunu bilerek bunu yapıyorum. Hayat suskun çığlıklara kulaklarını kaparken zorla da olsa tüm görmek istediğim güzellikleri; yeniden ,yeniden ve yeniden  hayatıma dahil ediyorum. Biliyorum ki aşılmaz hiçbir sorun yok BEN İSTEDİKTEN SONRA.

             Kaktüsler doğanın mucizevi bitkileridir .Yapıları gereği  topraksız ortamlarda  herhangi bir kayalık ya da taşlık alan da yaşarlar. Çok fazla su ihtiyaçları yoktur .Bu sebeple yaşamasına yetecek kadar su onlar için yeterlidir .Alt  resim de gördüğünüz benim  kişisel kaktüs koleksiyonumdan bir güzel .Kendisi bir  Paskalya Çiçeği. Genel cins adı olarak ( Hatiora )
         Rhipsalidopsis gaertneri .Bol humuslu toprakları seviyor .Çiçek açarken de kesinlikle  yerinin değişmesini sevmiyor. Isı ve yoğun ışıktan uzak kaldığı sürece gayet canlı bir formda yıllarca yaşayabilecek kapasiteye sahip . Genellikle   yurtdışında  paskalya bayramları öncesin de satılıyor. Ve bu zamanlar da çiçek açtığı için de ismi paskalya çiçeği. Bakımı çok kolay .Çiçeklenme dönemin de suyu azaltıyorsunuz .Sonra yaprakları pörsümeden 10-15 gün aralığın da suluyorsunuz.Farklı renkleri var kırmızı , beyaz, pembe, şimdi hibritlerden dolayı çeşitli  renklerin de olduğu söyleniyor. Ben henüz o acaip renkleri keşfedemedim.  Birkaç dalını alıp toprağa sapladığınız yerde de büyümeye başlıyor. En azından ben böyle çok ayırma yaptım. Hadi bakalım siz de böyle bir güzel bitkiyi eviniz de bulundurmalısınız.

İNSANLAR HER ZAMAN HATA YAPAR?

Hata yapmak insani bir olgudur. Hata yapabilirsiniz !

Özür dilemek daha insani bir olgudur , hata yaptığınız da sağlıklı iletişim adına özür dilemeyi bilmelisiniz. Beşeri ilişkilerimiz de ; dostluk,arkadaşlık,iş ilişkileri hatalarımızı geçici yaptırımlarla ya telafi ederiz ya da en olası iletişimimizi keseriz. Fakat işlevsel anlam da ,aile ilişkilerimiz de yaklaşımsal, davranışsal sorunlar olduğun da iletişim kesmek en uzak ihtimaldir. Yaşam gayemiz de aileden ve sevilenlerden uzak bir yaşama formu beynimiz de kodlu değildir, dolayısıyle en uzak ihtimaldir .Hata yapan, yanılgıya düşen  yaptığı yanlış eylemi fark etmedikçe telafi söz konusu olmaz. Farkındalığın olmadığı durumlar da;  düzeltici geri dönüşün olması imkansız olasılıklarına kalmıştır.

Ailevi konular da ki ilişkiler de iletişimin doğru temellenmesi ve gelişmesi adına sorunları yüzyüze ve gerçekçil bir yaklaşımla konuşmak gerekir. Eğer iletişimi kuranlar arasın da seçici algı yaratılırsa kanal açma çalışması olumsuzlaşır . Gerçekçil yaklaşımdan uzaklaşıldığı için  konuşma kişinin faydalanacağı  subejektif biçime dönüşür ve amacından uzaklaşır. Sonuç yine başarısız bir iletişimdir.Bu paragrafta anlattığım olması gereken kaliteli bir iletişimin  temel gereksinimleridir .Olması gerekenler kadar iletişim de olmaması gerekenler vardır ki ; subjektiflik ve bahsettiğimiz seçici algılama bunların başın da gelir .

Doğru iletişim de suçlayan , tenkit eden , kişinin egosunu yere vuran cümleler , kelimeler yerine ; olumlamalı cümlelerin arasına sıkıştırılmış salt yanlışı belirten cümleler kurulur. Olumluların arasın da kalan olumsuz cümle kişinin algılaması istenen yönü ya da davranışıyla ilgilidir.Bilinç altına  gönderilen  mesaj da direkt olarak olumsuz yönün törpülenmesi istemidir. Bu iletişimin en temel yaklaşımlarından biridir. Kişi verilen mesajı doğru analitik ile değerlendirebilirse iletişim adına büyük bir adım atar .İletiyi algılar, içeriğinde ki kodlu mesaj (yani istenmeyen özellik)  kısmını alır . Bunun en hızlı geri dönüşümleri sözlü onamalar ya da kendini yenileme ile ilgili sözsel dönüşlerdir. Eğer iletişmekte sıkıntı çektiğiniz aile fertleri varsa  bu tavsiyemi denemeniz hiçbirşey kaybettirmeyecektir. Deneyin faydasını mutlaka göreceksiniz...Deneyimlerinizi, ya da anlayamadığınız hususları  lütfen ufak ya da büyük diye sınıflandırmadan  yazının altında ki yorum bölümünden benimle paylaşın.

25 Mart 2014 Salı

Küpe Çiçeği adı Funchsialara neden denir?

              Funchsia  -Küpe Çiçeği -Küpeli                

                 Vakti zamanında bir padişahın takılara deli olan bir hanımı varmış. Bu kadın incik,boncuk ,o kadar çok severmiş ki ; ülkedeki bütün ustaların yaptığı değişik takılardan birer tane varmış kendisinde. Artık çeşit kalmayınca kadın o kadar hırslanmış ki kulağına takacak değişik bişeyler istemiş. Padişahı sıkıştırıp durur olmuş...

                Padişah ne yapacağını bilemez halde sarayın bahçesinde gezerken başbahçıvanı izlemiş ..Başbahçıvan padişahın derdini sormuş.Padişah sıkılmış ama derdini de umutsuzca   anlatmış .Bahçıvan ona açmış bir küpe çiçeği vermiş . Padişah , sevinçli ve biraz umutlu almış götürmüş bahçıvanın ona verdiği çiçeği.
             Padişah hanımına o küpe çiçeğinin açmış çiçeklerini uzatınca kadın çok şaşırmış ve sevinmiş ,çünkü daha önce hiç görmemiş. Padişahın  deli hanımı ,o küpe  çiçeklerinden hergün bir çift alıp kulaklarına takmış. O kadar çok hoşuna gitmiş ki bu yeni aksesuarı  sarayın tüm bahçesine küpe çiçekleri dikilmesini emretmiş. Bahçıvanlar canhıraş  tüm saray avlusuna  küpe çiçekleri dikmiş. Bir zaman sonra sarayın bahçesi çeşit çeşit küpe  çiçeği dolmuş. O yüzden de küpe çiçeklerine  halk arasında  '' Hanım Küpesi '' anlamına gelen küpeli denirmiş...

KÜPE ÇİÇEĞİ (Fuchsia )


                 Eski evler zeytinyağlı yaprak sarması kokardı akşam saatlerin de.Ve sabahları sulanan domates ve salatalık bahçelerinden mis gibi kokular yükselirdi gün boyu. Bahar gelirken hep o kokuları anımsarım  .Dimağımda kalan unutamadığım lezzetlerdir onlar. Bahçe ve botanikle alakalı olanlarınız varsa ne demek istediğimi anlamış gibidirler. Şimdi sizlere daha önce ağaçlar .net adresinde paylaştığım bir yazımı sunuyorum.
      Eskiden küpelileriyle (fuchsia)  meşhur bir komşumuzla sohbet ettik .Kendisi eli yeşil diyebileceğimiz insanlardan biriydi ki hiçbir sebzeyi pazardan ,manavdan aldığını görmemiştik. Herşeyi yetiştirirdi bu komşumuz.

Sohbetin en tatlı yerine geldik küpeliler...Aklıma gelen küpelilerle ilgili tüm soruları sordum kendisine. Eski komşumda güzel bir profesör edasında cevapladı...

Küpelilerin yaprak dökme sebebini sordum önce(benim yeni aldıklarım bol bol yaprak döküyor) Alışmadığı suyla sularsam dökermiş yapraklarını. Su soğuk olarak verilince birde soğuk hava da musluk suyu verilince hem yaprak döker hemde dökmediği yapraklarda kahverengi lekeler olurmuş...Helal sana Remziye Teyze dedim . Küpelilerin büyümemek için hiç sebebi yokmuş .

Bahar aylarıyla birlikte yetişkin küpelilerin boyu iki karış olanların '' tepesini çimdiğinin arasında kır dibine sapla ''dedi Remziye Teyze. Böyle yapılınca o sene bol yaprağı , dalı olurmuş küpelinin.

Hemen sordum Remziye Teyze ye '' Ya çiçek açmazsa küpeli onun için napalım ? ''dedim. Cevaplar peşin ve öz '' O zaman da alıp serin gölgeli bir yere koyarsın sabah, akşam üstüne su serpelersin '' dedi. '' Sadece bumu diye sordum '' şaşırarak '' olur mu ? '' dedi. '' Bir evde küpeli en çok cereyan alan yeri sever, eğer açmıyorsa ev çok sıcaktır,küpeliler ağa kızı gibidir hava alan evi sever '' diyor.

Eskiden kuyudan çektiği sularla sularmış küpelilerini Remziye Teyze...'' Şimdi kendime bakamıyorum ,çiçekleri özledim ama ...'' diyor yarım cümlesinin ucunda bir özlem var sanki...

Bahçesinde beslediği güvercinlerin gübresini toz haldeyken sulandırır azıcık verirmiş küpelilerine ...'' Azıcık haa yoksa yakar kavurur'' diyerek uyandırıyor, sanki deneme yapacağımı bilmiş gibi.

Hemen soruları ardı ardına soruyorum '' çiçek dökerse niye döker küpeli ? '' diyorum . Cevap hazır ve tek kelime '' Sıcaktan '' . Aşırı sıcaklar başladığında küpeliler eğer serin bir yerde değilse ve nem almıyorsa mutlaka çiçek dökerlermiş. Bunu önlemek için eskiden serin dip havadar yerlere taşırlarmış küpelilerini .

''Çiçek açması için bol bol serinlet yaz sıcağında '' diyor Remziye Teyze..

-Yazının görseli www.agaclar.net kullanıcısı almira'nındır.Ve siteden alınmıştır.

23 Mart 2014 Pazar

FAL SANILANLAR (2.KISIM)



Herkez Fal bakıp, bakı yapabilir mi?

Bu soru çok tartışılabilecek  bir konu. Herkez  gelecekten birşeyleri  görebilsey di , o halde  gelecek dediğimiz kavram var olurmuydu?
Bu  durum ,beklenen bir misafirin; evinize gelmeden önce tüm hazırlıklarını halletmeniz gibi olurdu.Eşittiri herkez aşırı derecede mükemmel olabilirdi.Hata kavramı olmazdı,insanlar daha fazla kurnazlaşırdı. Zaman  dediğimiz algı içerisin de  insanlar   kendi geleceklerini görebilirler. Bu anlık vizyonlar, durugörüler ,çağrışımlar ,psikometri ya da  dejavü benzeri durumlarla  ortaya çıkar.Fakat gelecekten ya da kendi geleceğinden birşeyleri gören insanlar  genellikle bunun farkında olmazlar. Bakı yapanlar,medyumlar ya da  psişikler  gelecekten kesitler görmeden önce  mutlaka  bir tetikleyiciyle  trans haline geçerler. Trans hali ,deneyimi gerçekleştiren kişiye göre değişmekle birlikte tetiklenme şartlı ya da  doğaçlama  ortaya çıkabilir. Mutlaka  tetikleyen bir unsur vardır. Bunlar neler olabilir hemen sıralamalıyım. Kokular ,renkler,hava da ki ışık, bir müzik notası,  aydınlık, güneş, yüzünüzde ki tebessüm , gözlerinizde ki bakış, konuşma tarzınız, söylediğiniz bir kelime ya da  cümle,herhangi bir obje  olabilir. Bunlar haricinde  transa girmeye hazır bir medyum ya da operatör, ona verilen herhangi bir nesneden aldığı enerji  ya da ten  temasıyla bile  tetiklenmiş olabilir.
       Eğer  medyum ya da psişik kişi kendini bir miktar eğitmişse ; şartlanarak da  trans  haline geçebilir. Bu durum daha kontrollü olmasından dolayı her zaman iyidir.Yani  görülerini istediği an alabilir.

Çoğu medyum  kişi aslında gelecekten haber vermez.Fakat insanlar  sadece kendi bildikleri sırlar,gizler,gizemler yüzlerine söylenince  tüm duvarlarını indirir. İşte  bu durumda  kişi eğer telepatiye  müsaitse  medyum kişi farkında olmadan karşısında kikişinin  beyninden geçenleri ya da üzerini örttüğü his ve düşünceleri aktarmaya başlar.Bu mutlaka geçmişten olan bir durumdur. Ve yapılan işin adı fal,bakı değil TELEPATİ’dir...

Bakıyı yapan kişi illaki hislerden  bahsediyorsa  ve size  ait  objelerden yola çıkarak bu eylemi gerçekleştiriyorsa , obje temin edebildiğiniz sürece  bu eylemi gerçekleştiriyorsa yaptığı işin adı fal değil PSİKOMETRİ’dir .

Nelerle psikometri uygulaması yapılır ve psikometri tam olarak nedir birazda bu kısımdan inceleyelim. Psikometride  kullanılacak objeler bakı  yapılması istenen kişinin  kullandığı objlerdir .Cüzdan,küpe,saat ,tabaka,çakmak,kolye, tırnak törpüsü ,ruj ,kalem ,kemer ya da herhangi bir şey olabilir. Eşyalar kendi üzerlerinde  enerji biriktirirler .Kişiler eşyalarını kullanırken aynı zamanda  o anki ruhsal maddesel bağlarını bir manyetik okuyucudan aktarır gibi şahsi eşyalarına ya da bulundukları mekanlarda ki eşyalara aktarırlar. Bu enerjisel izler sayesinde  kişinin geçmişte ki olaylarını ,ruh halini ,alışkanlıklarını  ya da zaaflarını dolayısıyle  izlerini medyum kişi yakalar.Bunu sinyali düşük bir radyo istasyonunu bulan radyo gibi değelendirebilirsiniz.İşte  bu yapılan işlem faldan apayrı bir eylemdir ki karıştırılmaması gerekir.Psikometri de güçlü insanlar enerji dalgalarını bulmak ve kontrol etmekte bir paratoner gibi hassaslaştıkları için  girdikleri mekanlarda ki enerji uyumlarına çok duyarlı davranırlar. Onlar birer iz bulucudur ki tekinsiz evleri ya da bazen uğursuz dediğimiz eşyaları bulmakta çok isabetli davranabilirler.
Psikometri de güçlenmiş ve bunun farkında olmayan bir birey  yoğun baskılanma ve stres hallerinde  kendi vücudunda ki enerjiyi kontrol edemeyebilir yada  farkında olmadan çevresinde ki eşyalara zarar verir.Bu tamamen kontrolsüz olduğundan kişinin illaki medyum olması gerekmez. Çevremde güçlü psikometrik uygulamalar yapan ve bunun farkında olmayan bir şahıs tanımıştım.Ama o ne yaptığının farkında değildi .Gergin ,stresli ve yoğun  baskı altında olduğu dönemlerde enerjisinde kontrolsüz bir doruk yaşıyor ve  etrafındaki neredeyse  tüm cam eşyalara zarar veriyordu.

21 Mart 2014 Cuma

FAL BAKTIRMAK (Dizi Yazı 1.bölüm)


Nedir bu hepimizde ki geleceği öğrenme arzusu . Herkez de almış başını giden bir merak. Tarotlar,kuru baklalar,iskambiller,gümüş taslarda  sular   bunların çoğu fal ya da  diğer adıyla bakı yapmakta kullanılan objeler .

Hepimizin  aklında  şu soru ‘’Geleceğimizi öğrenirsek acaba hiç hata yapmazmıyız ?
Yoksa yapacağımız  hatalarımızı bilmemize rağmen bizi hataya götürecek sürecimi bilemeyiz ?
Kader denen döngü nasıl bir şey ki  bizi hiç tanımayan insanlar bizim hakkımızda  bilgi ve fikir sahibi olabiliyor.Bunlara cevap aramak gerek .
Fallara  inanırmısınız  bilmem . Ama ben binlerce insanın  fallara delicesine inanmış olduğunu görmüş biriyim. Ve yeterince kanalize olmuş bir fal meraklısının da tüm varlığını bu uğurda harcayacak kadar çılgınlaştığına da çok şahid oldum.
           Her ne kadar isimlendirmeden dolayı  bu olaya  çok nahoş baksam da  insanlara  fal dediğiniz  zaman bakışları değişiyor. Ve  bir çok insan  meslek ve gelir ayrımı yapmadan konuşuyorum ki ; fal ve falcılarla uğraşıyor.

-Peki  fal dediğimiz olayın gerçekliği var mı?

    Aslında batı kültüründe   medyum ,doğu  kültüründe  kahin  (orta kültür de  hoca diycem ki  ) tanımlaması yapılan insanların bir çoğu şarlatandır. Araların da istisna olarak iyi niyetli ve gerçekten psişik insanlar vardır. Genel anlamda  bakı işleri tek başına olan bir iş değildir .Yani falcı diye nitelediğiniz insanlar da  farklı yeti ve yetenekler olması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda  gerçekten  hissetme gücü olan insanların boyutsuz yaşadıklarını düşünebilmek  gerekli.